27 Ekim 2013 Pazar

Çıkan Ayın, Uzun Perşembesi

Çisil yazdı...

Herkese merhaba! Belki de en zoru, şu yazıya giriş cümleleri. Hele ki pek çok vakittir, buralara yeterince ilgi gösteremediğimizi düşünürsek. Ama inanın bilmeyene iyi haberler, bilene yerinde hatırlatmalarla geldik.

Nisan 2011. İstiklal'de yürüyorduk. Bize hiç hissettirmeden, sanki hep orada varmışcasına hayatımıza girdi. Sonra kasımda Galata'da karşımıza çıktı. Bu bir aşk hikayesi değil. Belki abartılı gelecek kulağınıza fakat bir metafor olarak aşk ona çok yakışır. Günümüzde tiyatro biletinin, elektrik faturasıyla, sergi ve müze girişlerinin, muhtelif markaların sezon tişört fiyatlarıyla aynı olduğunu görüp üzülüyorduk çünkü.  Kar amacı gütmeden bizi sosyal ve kültürel olarak toplayan, çarpan sonra evimize yollayan bi çatımız yoktu. Olanlar da zayıf ve tek yönlü kalıyor, tatmin etmiyordu. Ve işte bu sırada SALT'la tanıştık. Öğrencisi, tamı olmayan paylaşım platformumuz!

En son Bienal'de bi uğradık çıktık Beyoğlu SALT'a. (Bienalle ilgili yazamamış olmanın utancıyla konuyu buradan uzaklaştırayım hemen.) Ve bu Perşembe yolumuz yine düşecek gibi görünüyor! Çünkü SALT çıkmaz ayın son çarşambalarını değil, her ayın son perşembelerini seviyor.

Bir SALT geleneği olarak, her ayın son perşembesi 22.00'ye kadar açık ve rehberli turlar, film gösterimleri gibi aktivitelerle süslenmiş. Daha önce gece müze gezme deneyimi yaşadınız mı bilemiyorum ama inanın çok keyiflidir. Geçen yıl tam da bu zamanlar Pera Müzesi, Cadılar Bayramı konseptiyle "Müzede Korkulu Bir Gece" diyerek, 22.00'ye kadar açık kalmış, giriş ücretini verdiğiniz takdirde içerideki süreli ve sürekli sergileri gezme imkanı sağlamıştı. Müze kafeteryasında canlı korku müzikleri ve korku filmleri gösterimleri dışında farklı bir deneyim sunmamıştı. Yine de, o çaba bile heyecan vericiydi. Bunun dışında Avrupa Müzeler Gecesi kapsamında Arkeoloji Müzesinin 23.00'e kadar açık ve ücretsiz olduğu, çok eğlenceli olacağını tahmin ettiğim bir Mayıs etkinliği var. Bunun da zamanı değil. =)

SALT'ın bu ayki (31Ekim 2013) Uzun Perşembe etkinliğine dönecek olursak, (bizim kültürümüzün bir parçası olmasa da) Cadılar Bayramına denk geliyor olmasından faydalanılabilirdi diye düşündüm kendi kendime. Kim bilir, bir sürpriz de bekliyor olabilir bizi tabi ki. Gelelim bu ayki Uzun Perşembe programına.

SALT Beyoğlu'da saat 19.00'da, 5 Ocak'a kadar sürecek olan, Gülsün Karamustafa'nın sergisi "Vadedilmiş Bir Sergi"yi Türkçe ve İngilizce rehberli turlarla gezebilirsiniz.Saat 20.00'de ise Pınar Kür'ün romanından uyarlanan, Başar Sabuncu'nun yönetmenliğini, Gülsün Karamustafa'nın da sanat yönetmenliğini yaptığı, Müjde Ar'ın başrol oynadığı 1986 yapımı "Asılacak Kadın"ı izleyebilirsiniz. (86dk)

SALT Galata'da saat 19.00'da, 26 Aralık'a kadar sürecek olan, Elio Montanari'nin sergisi "Biri, Hiçbiri, Binlercesi"ni Türkçe ve İngilizce rehberli turlarla gezebilirsiniz. Galata'da film gösterimi yok. Bunun yerine "Osmanlı Bankası Müzesi"ni gezebilirsiniz. Ayrıca SALT'ın kocaman arşivi, SALT Araştırma da 22.00'ye kadar açık olacak.

SALT'ın Ankara ayağı SALT Ulus'ta saat 19.00'da Türkçe, 19.30'da İngilizce rehberli turlarla, 30 Kasım'a kadar sürecek olan Aslıhan Demirtaş'ın sergisi "Modern Denemeler 5: Aşı"yı gezebilirsiniz. Saat 20.00'de yönetmen Todd Southgate'in 2012 yapımı "Damocracy" isimli belgesel filmi izleyebilirsiniz. (34dk)


Ben haberimi verdim, hatırlatmamı yaptım. Şimdi köşeme çekilip kendi programımı yapayım. Siz de gezmeyi kafanıza koyarsanız bi yorum atın, belki tüm payandalar oturup bi kahve içeriz gezdikten sonra. =) İyi gezmeler!

Çisil.

10 Ekim 2013 Perşembe

Zamanı Yakalayamamak, Şimdi Yanılsaması ve Ötekileştirilmiş Geçmiş

Aydın Akduman yazdı..
Bir pazar akşamı bunalımında, şişelerin etrafında raks eden sigara dumanı altında demlenen üç gençtik ve haritada gösterilmeyen bir Kadıköy’deydik. Parmaklara sinen kül ve yitmişlik kokusu, uzun zamandır birbiriyle görüşmemiş bu insanların derinlere sakladığı yılgınlıklarını bir bir ortaya çıkardı. Üçümüzün de ortak noktası belliydi: Birlikte ya da ayrı; birer geçmişe sahiptik ve yükü altında ezilmemek için, akla gelmeyecek uğraşlarla geçmişimizi ötekileştirmiştik. Çevremize yansıtmamayı tercih ettiğimiz bu öteleme çabamızı ortaya çıkaran, aynı dili konuşuyor olmanın verdiği rahatlık ve bu rahatlığın sonucunda kırılan direncimize aslında çok da ihtiyacımız olmayışıydı. Nihayetinde etrafımızda salınan her bir detay, birer iğne olup gözbebeklerimize batıyordu ve bundan kaçınmanın pek de bir anlamı yoktu.
Üçümüz de geçmişimizi hem bir yük olarak görüyor, hem de ondan kaçmadan şimdimizin yanılsamasını gelecek umutlarıyla doldurmanın çabası içine giriyorduk.  Belirli bir yaşa gelmiştik ve toplumun bizden bazı beklentileri vardı. Bu beklentileri geçmişimizin gölgesinde yaşayarak karşılayamazdık. Ailelerimizin her mutsuz ailede olduğu gibi kendine özgü mutsuzluklarının olduğunu kabullenmemiz gerekliliği omuzlarımıza çörekleniyordu. Planlarımızın şimdide yok olmasına karşı elimiz kolumuz bağlıydı ve zaman hiçbirimizi beklemeden akıp gidiyordu. Tek bir çıkar yol vardı: Geçmişimizi, sanki bize ait olmayan bir yaşamın öyküleştirilmiş hali olarak birbirimize sunmak. Bu, anlatmak istediğimiz her şeyin, sanki hayatlarımıza hiç değmemişçesine şekillenmesinde büyük bir rol oynuyordu. Yaşantılarımız, dilimizden döküldüğü gibi ve anda, hangi avına koşacağını şaşıran vahşi bir hayvanın donakalmışlığıyla bir süre havada asılı kalıyor, ardından sahiplenilmeyeceğinin bilincinde olarak, döküldüğü yerde parçalanıp gözle görülemeyecek bir varoluşun parçası haline geliyordu.
Anlatılarımızın biz-olmayana sürüklenmesi, normlardan uzak fikirlerimizin geleneksel yönümüzle çatışması, benimsetilmiş fikirlerimizin karşı çıkmalarımızla yıkılmasını umarken bilincimizin ötesinde çoktan bir ormana dönüşmüş olması; bunlardan hiçbiri ateşli söylemlerimizin önüne geçemiyordu. Gırtlaklarımızı ıslattıkça ötekileştirilmiş geçmişimizin gölgesi olmadan rahatlıkla savaşıyorduk Yel Değirmenleriyle. Bizler farklı bir nesildik, bir önceki neslin reddi, bir sonraki neslin mimarıydık. Sıktığımız yumruklarımız vardı ve inanmazsınız ama hepimiz akıl almaz yeteneklerle donatılmıştık. Karşımızda hiçbir şey duramazdı. Hedefler koyabilir, bu hedefleri istesek parmağımızın ucunda oynatabilirdik. Evet, bütün bunları yapabilirdik -ta ki söylemlerimiz duraksayıp, bakışlarımız masaya saplanana kadar.
O an, bize ait değilmişçesine bir köşeye attığımız geçmişimizin hala masanın üzerinde olduğunun farkına vardık. Ne yok olmuş, ne de ötekileştirilmiş bir biçimdeydi. Oradaydı, ve keskin hatlarıyla asla göz önünden kaybolmayacak bir leke gibiydi. Sersemlemiştik. Bir düşten uyanıp, üzerinde hiçbir şey olmadan sabaha kadar üşümüş bir insanın tedirginliği içindeydik; geçmişimize sarınmak istiyorduk ama soğuk çoktan içimize işlemişti. Göz göze geldiğimizde, geçmişlerinin gölgesinden asla kaçamayacaklarının farkına varan insanların aksine, birbirimize yitmişlik ve umudun kaynaştığı bir manayla baktık. Anladık. Tekrar, tekrar. Anlamanın verdiği dayanılmaz ağırlıkla hesabı ödeyip her birimiz kendi köşemize çekilmek üzere yola koyulduk.
Araçlarımız makul bir hızda ilerlerken, hepimiz yolun kenarından kayıp giden binalara, araçlara, ışık huzmelerine ve hiç yok olmayacakmış izlenimi veren karanlığa, bir daha elde edemeyeceğimiz geçmişimizin bir yansımasıymış gibi bakıyorduk. Bir sonraki gün hepimiz uyanacak ve kaldığımız yerden devam edecektik.
Borges ve Papini’nin anlattığı da buydu işte: Hepimizin, kendisinden nefret edebileceğimiz bir geçmişe ihtiyacı vardır; şimdimizin bir yanılsama olduğunu ve geleceğimizin belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan umut ve tasarılarımızla dolup taşabileceğini bize hatırlatacak, rahatlıkla ötekileştirebileceğimiz bir geçmiştir bu ve varlığı sayesinde hayatımızı sonlandırmaktan kaçındığımız bir-başkası, yani bir nevi kurban biçimini alır. Borges, kendini kurbanın düşü olarak tasavvur edip ötekileştirirken, Papini bu cahil geçmişi sudaki yansımasında boğmayı tercih ediyordu. Fakat hiçbiri geçmişinden kaçamadığı gibi, Yel Değirmenlerine karşı olan savaşta da başarılı olamıyordu.
Geçmiş her zaman kazanıyordu.
Aydın Akduman

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Online Project management